Categories: Aile, Bireysel, Genç ve Ergen, İlişkiler ve Çiftler, Kişisel Gelişim

“Kendini Sevmek” Meselesi

“Kendini Sevmek” Meselesi

En büyük derdimiz kendimizle ise, daima ilerleriz. Dertlerimiz başkalarının bize yaptıkları ve yaşattıkları ise kişisel gelişim ve değişimimiz duraksar.

Yaşamızın içinde  başkalarının bize yaşattıkları ve bize yaptıkları, uğradığımız haksızlıklar, bize yapılan yanlışlar, anlaşılamama duygusu ağır basıyor ise hikayemizin çarklarından biri arızalanmış demektir.

Çünkü değişim, yaşanılan her duruma bir gelişim malzemesi olarak bakabilmek ile mümkündür. Yaşadığımız olayların ve durumların sorumluluğunu alabilmek, kendimize bir pay çıkarabilmek önemli.

Kendimizi sevmek için, başkalarının onayına, takdirine, beğenisine ihtiyaç duyarız çoğu zaman. Çünkü kendini sevebilmek ve taktir edebilmek, bunu başkalarından beklemekten çok daha zordur.

Özellikle anne ve babamızla kurduğumuz ilişkiler , yaşımız ne olursa olsun, taktiri ve beğeniyi, onayı ve ilgiyi toplamak üzerine. Beklentimiz gerçekleşmediğinde ise çatışmalar yaşıyor veya onlardan uzaklaşıyoruz.

Oysa acı bir gerçek var ortada. Artık anne karnındaki korunaklı yerde değiliz.
Bebeklikteki gibi her ihtiyacımız karşılanmayacak, 0-6 yaştaki gibi her yaptığımız alkışlanmayacak. Çocukluk çağlarında eksik kalan, yeterince beslenmeyen ihtiyaçlarımıza yetişkinlikte anne babamızdan, olmadı eşimizden sevgilimizden beklemek işin doğasında var.

Ama artık

BÜYÜME ZAMANI

Artık kendi ihtiyaçlarımızı karşılama zamanı. Mutluluk  ancak biz kendi duygusal ihtiyaçlarımızı karşıladıımızda ve kendimizle barıştığımızda kapımızı çalacak.

kendinle barışKendimle nasıl barışırım?

Yaşamın içinde birçok değer yargısı ve öğretiyi benimsiyoruz. Bu öğretilerden biri de toplumun ve bireyin olumlu diye nitelendirdiği özellikleri öne çıkarmak.

Örneğin yeni biri ile tanışıtığımızda kendimizi tanıtırken, olumlu olduğunu düşündüğümüz kişilik özelliklerimizden bahsediyoruz ve olumlu, pozitif bir ilişki başlatmaya çalışıyoruz. Oysa olumlu özelliklerimiz kadar olumsuz diye nitelendirdiklerimiz de var. Ve biz bunları kendimizden bile köşe bucak saklıyor, görünür olmaması için elimizden geldiğince üstünü örtüyoruz.

Örtü bir kriz anında kalkıyor ve kendimizde gördüğümüz, asi, öfkeli, riyakar, düzenbaz, kinci, tembel, dedikoducu tarafımız ile bir an aynada yüzleşmemiz gerekiyor. İşte o an durup gerçek kimliği kucaklama zamanı …

Kendimizi iyi ve kötü diye nitelendirdiğimiz taraflarımızla, hoşlanmadığımız özelliklerimizle de bir bütün olarak görebilirsek kendimizle barışmak için en büyük adımı atmışız demektir.
Gördüğümüz ve hoşumuza gitmeyen yönlerimizi,  kendimize bile itiraftan kaçınıyor, inkar ediyor isek kendimizi bölüyor ve bir bütün olarak kapsayamıyoruz demektir. Bütün olmak, tam hissetmektir.

Yaşam iki kutupludur. Doğum ve ölüm gibi.

Yaşamın içindeki herşeyin de zemininde iki ayrı kutup vardır. Bazen anlayışlı, bazen anlayışsız olabiliriz. Bazen tembel, bazen çalışkan, bazen zayıf bazen güçlü.

Bunlardan birini alıp, sürekli o özelliği yaşatmaya ve güçlendirmeye çalışmak, iki kutbu birbirinden bıçakla kesip ayırmak gibidir. Ölümsüz olmak nasıl mümkün değilse yaşamsal özelliklerimizdeki bu iki kutbu ayrıştırmak da öyle imkansızdır aslında. Ve imkansızı gerçekleştirmek istediğimizde duygu,beden ve düşünce buna karşı koyar, kendimize ettiğimiz bu ihanetin bedeli olarak kendimizden uzaklaşır ve  ayrışırız.

kendini sevmekOysa tek yapmamız gereken kendimizle buluşabilmektir.

Yaşamın içinde iki kutbun da var olduğunu bilerek, kendimizi üzgünken de neşeliyken olduğumuzdaki gibi kabul etmek, öfkeliyken de sakin olduğumuzdaki gibi normal karşılamak, tembellik yaparken de azimli ve çalışkan olduğumuz zamanki gibi sevebilmektir.

 

Kendimizle barışmak,

Kendimizi bir bütün olarak kapsamaktır.